24 Ağustosta Artvin-Hopa yöresinde can kayıpları ve büyük ekonomik kayıplara yol açan sel ve heyelanlar yaşadık. Üzüntümüz büyük elbette ama bu bizi bu olayların nedenlerini irdelemekten alıkoymamalı. Tam aksine üstüne üstüne gitmek zorundayız. Bıkmadan gerçekleri tekrar tekrar söylemek durumundayız. Çünkü biz ulus olarak deprem, sel, heyelan gibi doğa olayları afete dönüşünce üzülür, bir süre sonra da unuturuz. Sadece çok büyük olanlarını yıldönümlerinde anımsar sonra yine yaşamımıza aynen devam ederiz. Yapılması gerekenleri yapmayanlara hesap sormaz, verilmiş olan sözlerin tutulup tutulmadığı ile de ilgilenmeyiz. Ülkeyi yöneten iktidarların sorumsuzluğu her seferinde yakıcı bir şekilde ortaya çıkar ama bizim sorgulamayan, hesap sormayan tavrımız devam eder. Bunun nedeni bu olayları çok sık yaşadığımız için kanıksama da olabilir, bunların engellenmesinin mümkün olduğuna; basit doğa olaylarının doğal afete dönüşmesini engellemenin bir yolu olduğuna inanmamamız da olabilir. Her ne olursa olsun biz böyle davranmaya devam ettikçe bu acılar da yaşanmaya devam edecek. Önce bunu bir kenara yazalım.
Sel ve heyelanlar da depremler gibi doğa olaylarıdır. Dünya oluştuğundan beri varlar ve olmaya devam edecekler. Ne kadar önlem alırsak alalım hasar vermelerini önleyemeyiz. Ama afete dönüşmelerini önlemek bizim elimizde.
Bunun ilk koşulu doğa ile barışık bir yaşamı benimsemek ve bilime saygı duymaktır. Karadeniz bölgesinin jeolojik yapısı nedeniyle heyelana son derece açık bir bölge olduğunu, potansiyel olarak her an oluşmasının mümkün olduğunu yıllardır tüm yerbilimciler söyler. Bölgede yıllardır yaşanan doğa olaylarının tarihsel kayıtları ve yapılan bilimsel çalışmalar bu konuda hiçbir kuşkuya yer bırakmayacak kadar açık. Burada doğaya yapılacak en küçük bir müdahelenin neyle sonuçlanacağını iyi hesaplamak gerekir. Çünkü doğanın orada kendi içinde kurduğu hassas bir denge vardır. Siz bilimsel veriler olmaksızın yapacağınız bir müdahele ile bu stabil durumu değiştirirseniz, istenmeyen sonuçlara neden olabilirsiniz.
1988 yılında Trabzon- Maçka’da 48 kişinin ölümüne neden olan heyelan, yol yapımı sırasında bu doğal dengenin bozulmasıyla oluşmuştu.
Karadeniz Bölgesinde son yıllarda buna benzer inanılmaz çok müdaheleler olmakta. Siz aşırı yağışlarda yağmur sularını tutacak ormanlık arazileri yok ederseniz, dere yataklarını islah etme yerine rant uğruna daraltırsanız, derelerin taşkın alanlarını imara açarsanız, milyonlarca yılda oluşmuş eski yataklarını gözönüne almayıp şu andaki su debisine bakarak denizle buluştuğu yerlere sahil yolu denen beton ve kayadan setler yaparsanız, HES'lerle o derelerin doğal dengesini bozarsanız bu afetleri yaşamak kaçınılmaz olur. Dünyanın yedi gecede yaratıldığına değil de milyonlarca yıllık bir evrimin ürünü olduğuna inanmak için tarihsel jeoloji bilmeye gerek yok.
1998 yılında yaşanan ve büyük ekonomik kayıplara yol açan Aşağı Filyos Vadisi, Bartın, Karabük, Zonguldak sel ve heyelanları ve yine o yıl yaşanan Isparta-Senirkent, Urfa, Sürmene-Köprübaşı-Beşköy’de 44 kişinin ölümüne neden olan sel ve heyelanlardan ve yine İstanbul, İzmir ve Ankara’da, olağanı az aşan yağışlarda taşkınlar türünde yaşanan felaketlerden sonra TMMOB adına yazdığımız raporlarda :
“..afete dönüşen olayların sadece doğal etkenlerin bir sonucu olmadığını, uygulanan çağdışı imar politikalarının , gerek afetin oluşmasının, gerekse afetin boyutlarının büyümesinin birincil nedeni olduğunu belirtmek gerekir. Yapılması gereken; imar politikalarında köklü bir değişiklikle tüm imar planlarının mühendislik bilimlerinin bilgi birikimlerinin ortak ürünü kılınarak , çıkar gruplarının rant aracı olmaktan çıkarılmasıdır. Yerleşim alanları ve sanayi tesislerinin yer seçimi ve bunlara ilişkin altyapı düzenlemeleri şehir plancıları, jeoloji, inşaat, ziraat, orman ve meteoroloji mühendisliği alanlarına ilişkin verilerin birlikte değerlendirilmesi sonucunda oluşturulduğunda risk ve kayıp olasılıklarının en aza indirgenmesi söz konusu olabilecektir.
"Bu doğa olayların afete dönüşmesi, toplum ve doğayı bütünsel bir denge içinde yaşatacak toplumsal, ekonomik ve teknolojik yeni politikaların oluşturulmasının zorunluluğunu göstermiştir. Planlamanın yasalarla da belirlenmiş en temel ilkesi olan ‘ Kamu Yararı İlkesi’ içeriksiz bir kavram olup, en aykırı taleplerin de gerçekleştirilmesinde gerekçe olarak kullanılmaktadır.
"İnsan yaşamının korunması ve koşulların gelecek kuşakların da talep ve ihtiyaçları gözetilerek geliştirilmesini içermesi gereken kamu ya da toplum yararı kavramları içeriklendirilmeli ve bir toplumsal politika olarak benimsenmelidir. Planlama kararlarının oluşumunda yerel çıkar gruplarının etkilerini azaltmak amacı ile, planlama sürecine yöre halkının aktif katılımını sağlayacak mekanizmalar oluşturulmalıdır”
demişiz. Demişiz ama dinleyen olmamış! Olsun biz söylemeye devam edeceğiz. Çünkü bu memleket bizim. Rant politikalarının ülkeyi teslim almasına ve yok etmesine karşı sesimizi yükseltmeliyiz!
Ne demişti Nazım Usta;
İşte böyle Laz İsmail,
mesele esir düşmekte değil,
teslim olmamakta bütün mesele! (Şİ/HK)
Fotoğraf: Bayram Sarayoğlu - Artvin/AA